Bu iki temel duygu tanımlanırken sıklıkla birbirine karıştırılan duygular arasında yerini alır. En temel farkları zaman boyutu ile açıklanabilir. Korku o anda karşılaştığımız sıklıkla somut bir tehdit veya tehlike karşısında hissettiğimiz bir duygu iken kaygı gelecekte olmasını muhtemel gördüğümüz/algıladığımız tehdit içeren olay ya da durumlara karşı hissettiğimiz duygu olarak karşımıza çıkar.

Yoğun korku ve kaygı durumlarında verdiğimiz tepkiler aslında çok boyutludur. Yoğun korku ve kaygı hissettiğimizde bedenimizde bazı değişimler meydana gelmektedir.

Bunlar arasında kaslarda gerginlik, göğüs bölgesinde baskı, kalp atışında hızlanma, hızlı ve sık nefes alıp verme gibi belirtiler bulunmaktadır. Peki biz bunları neden hissederiz? Vücudumuzda var olan her bir parçanın, organın nasıl ki bir işlevi varsa duygularımızın da hizmet ettiği bir takım amaçlar var. Kaygı ve korku burada çok önemli bir yer kaplamaktadır.

İnsan zihni ve psikolojisinin hizmet ettiği ilk amaç organizmayı ayakta tutmaktır. Yani hayatta kalmak. Somut bir tehlike karşısında insan ne yapar? Verilen en temel tepki savaş-kaç tepkisidir. Bu savaş-kaç tepkisini şimdi düşünsel boyutta ele alalım. Gelecekle ilgili herhangi bir kaygımız var. (Ya …olursa, ya …..olmazsa, ya …..gidemezsem gibi). Zihnimiz o anda tıpkı somut bir tehditle karşılaşmış gibi bedenimize alarm sinyalleri yollar.

Yukarıda söz edilen fizyolojik belirtilere baktığımızda aslında yoğun korku ve kaygının bizi bir tehlike karşısında kendimizi koruyabilir hale getirmeyi amaçladığını görmekteyiz.

Kalp atışımız hızlanır ve kaslarımız gerilir. Söz konusu belirtiler bazen bazı insanları endişelendirebilir. Fakat bu olan biteni iyi okuyacak olursak aslında bu duyguların bizi hayatta tutmak için var olduğuna odaklanmak önemli bir noktadır. Bedenimizde ne olup bittiğini iyi anlamak kendimizi korumanın en önemli yollarından biridir.

Diğer yandan bakacak olursak; gerçekçi ve somut bir tehlike yokken bizim yoğun kaygı yaşamamız tıpkı yangın çıkmamış bir evde sürekli yangın alarmı çalarken yaşamaya çalışmamıza benzer. Yangın varken çalan alarm bizi korur ve hayatta tutar. Yangın yokken sürekli çalan alarm ise bizi yorar, tüketir ve hayatı algılama şeklimizde olumsuz yönde değişimler yaratır. Günlük rutinlerimizi, iştahımızı, uyku kalitemizi ve ilişkilerimizi bozabilir. Kaygıyı yakından tanımak, kendimizi daha iyi anlamak, korumak ve gerekiyorsa yardım almak açısından oldukça önemli bir yer tutmaktadır.