Sınır koymakla ilgili bir sorun yaşıyorsak çözebilmek için öncelikle bu sorunun kabul edilmiş olması gerekmekte. İkinci adım ise bu problemin doğasını anlamaktan geçiyor. Bunu anlamak için bilişsel-davranışçı bir yaklaşımla sorunu spesifikleştirmekte fayda var;

Bu sorun nedir? Hangi zamanlarda ortaya çıkıyor? Kimlerle birlikteyken ortaya çıkıyor? O anda çevrenizde olup biten şeyler neler? Aklınızdan o anda hangi düşünceler geçiyor? Bedeniniz nasıl tepkiler veriyor? Neler hissediyorsunuz ve nasıl davranıyorsunuz?

Burada hayır demek ve dememek ile ilgili bazı inançlar mevcuttur. Sınır çizmek insanları bizden uzaklaştırır mı yoksa bizi özgürleştirip sağlıklı ilişkiler kurmamızı mı sağlar? Bu sorunun cevabı bizim sınır koymaya ilişkin inançlarımızı anlamamızı kolaylaştırır.

Peki sınır koyamama, gereken durumları/kişileri reddedememe kısacası hayır diyememe davranışımız nasıl sürdürülür?

Eğer kişi bir davranışı sürdürüyorsa aslında bu davranışı pekiştiren bir mekanizmanın söz konusu olduğu bilinmektedir. Peki sınır koyamama (reddetme/hayır deme) davranışını ne pekiştiriyor?

Burada önemli olan nokta bizi hayır demeye iten düşüncelerimizi saptamaktan geçer. Aklımızdan hayır demek isteyip diyemediğimiz an neler geçiyor? Diğer bir deyişle hayır dersek ne olur?

“Hayır dersem … olur. ”  “Reddedersem … olur.” gibi düşünceler/inançlar kişileri hayır derken tereddüte düşürebilir.

Bu düşünceler kişide kaygı, endişe gibi duygular yaratabilir. Bireyler hayır demediklerinde ise kısa süreli de olsa bir rahatlama yaşarlar. Kaygı seviyeleri kısa süreli olarak düşer. Uzun vadede ise kişilerin yaşadığı bu rahatlama, hayır deme davranışını pekiştirmiş olur. Dolayısıyla hayır diyecekleri zaman inandıkları senaryoları da kuvvetlendirmiş olur. Bu perspektiften problemi çözmek için öncelikle kişinin hayır deme davranışına hizmet eden düşünce ve inançlarını analiz edip daha gerçekçi olanlarıyla değiştirmek çözüm için fayda sağlayan yöntemlerden biridir.